5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununda mimari proje ve mimarlık eserleri farklı şekilde düzenlenmiş olmasına rağmen uygulamada bu iki kavram birbirine karıştırılmakta ve her iki kavram ile hak sahiplerine tanınan yetkiler konusunda hataya düşülmektedir. Bu yazı serimizde mimari proje ve mimari eser kavramları arasında farklılıklara değindikten sonra mimarın, mimari proje ve mimarlık eserinden doğan telif hakları ile bu haklara dayalı olarak açabileceği dava türlerini incelemeye çalışacağız.
Eser sahibinin (mimarın) hususiyetini taşıyan, özgün olarak tasarlanmış mimari projeler, 5846 sayılı kanunda sayılan özellikleri barındırması halinde yasanın sağladığı korumadan yararlanabilirler. Mimari eserler ise, mimari projenin hak sahiplerine tanıdığı hak ve yetkilerden ayrı olarak, ancak ve ancak güzel sanat eseri olma niteliğini haiz ise korumadan yararlanabilecektir. Mimari projenin uygulanması sonucu ortaya çıkan her yapı için proje müellifinin telif hakkına sahip olduğu düşünülemez. Telif hakkından bahsedebilmemiz için ortaya çıkan bu yapının estetik unsurları barındırması şarttır. Nitekim, 5846 sayılı yasanın 4. maddesi, estetik değere sahip olan mimarlık eserlerini korumaya değer güzel sanat eserlerinden kabul etmiştir.
5846 sayılı yasanın 2. maddesinde mimari projeler, ilim ve edebiyat eserlerinden sayılmıştır. Buna göre; estetik değere (bedii vasfa), güzel sanat eseri olma niteliğine sahip olmayan her türlü teknik ve bilimsel mahiyette fotoğraf eserleriyle, her türlü haritalar, planlar, projeler, krokiler, resimler, coğrafya ve topografyaya ait maket ve benzerleri, her çeşit mimarlık ve şehircilik tasarım ve projeleri, mimari maketler, endüstri, çevre ve sahne tasarım projeleri ilim ve edebiyat eserlerinden sayılmaktadır. 5846 sayılı yasa, mimari projeleri açık bir şekilde eser kapsamına almıştır. Fakat eserin bu yasa kapsamında korunabilmesi için “sahibinin hususiyetini” taşıması gereklidir. Uygulamada bir eserin FSEK kapsamında korumadan yararlanıp yararlanmayacağı her somut olayın özelliklerine göre değerlendirilmelidir.
Hususiyet kavramı bir nevi yeni olma ve var olanı tekrar etmeme anlamını taşımaktadır. Fikri hukuk anlamında hususiyet değerlendirilmesi yapılırken eser sahibi ile eser arasındaki ilişkiye bakılmalı ve eser sahibinin o esere kendi üslubunu, tarzını katıp katmadığı incelenmelidir[1]. Eser sahibinin hususiyetinin varlığının tespitinde, o eserin sıradan bir kitle nezdinde yarattığı izlenimin esas alınması gerektiğine dair Yargıtay’ın pek çok kararı mevcuttur. Ancak fikri mülkiyet hukukunun doğası gereği bu değerlendirmeyi yapmak için net bir kriter ortaya konulamamış olup, somut olayın özellikleri önem arz etmektedir.
Yeterli teknik ve bilimsel veriye sahip olmayan mimari projeler FSEK kapsamında eser olarak korunamaz[2]. Ayrıca mimaride telif koruması bakımından mimari projenin belediyeden onaylanıp onaylanmadığı, mimari projenin uygulanması sonucu oluşan yapının ruhsatının olup olmadığı, eserin ilgili mevzuata uygun olup olmadığı hususları bir önem taşımamaktadır[3]. Eserin eser sahibinin hususiyetini taşıyıp taşımadığına dair inceleme bilirkişi marifetiyle yapılmaktadır. Bu değerlendirme yapılırken, mimarın muazzam ve yegane bir eser meydana getirme şartı aranmaz. Mimari projenin veya projenin uygulanması sonucu ortaya çıkan yapının sıradan ve tekrardan ibaret olmaması telif hukuku bakımından korunması için yeterli görünmektedir.
Mimarın hususiyetini taşıyan ve özgün olarak meydana getirilen mimari proje ve mimarlık eseri üzerinde mimarın telif hukukuna özgü mali ve manevi olmak üzere iki tür hakkı vardır. Mali haklar; işleme hakkı, çoğaltma hakkı, yayma hakkından oluşmaktadır. Manevi haklar ise umuma arz, adın belirtilmesi, eserde değişiklik yapılmasını menetme, eserin tahribini önlemedir. Bir sonraki yazımızda mimarın mimari proje üzerindeki mali haklarını ele almaya çalışacağız.
[1] GÜNEŞ, İlhami: Uygulamada Fikir ve Sanat Eserleri Hukuku, 2015 Seçkin, Ankara s. 61-62.
[2] BOZGEYİK, Hayri: Mimaride Telif Hakları, 2019 Seçkin, Ankara s. 73.
[3] BOZGEYİK, s. 41.